Aydın-Halk Çatışması

Ecnebiler yazılara kelimeleri tartışarak girişmeyi seviyorlar. Foucault’un kelimeler (örn: parrhesia) üzerindeki arkeolojik kazı denemelerini saygıyla anmakla beraber şu anda aydın kelimesinin geçmişini deşecek donanıma sahip değilim. Ama sevmiyorum bu kelimeyi. Kelimelerle sevgi-nefret ilişkisi kurulması da bizim memlekete has bir hoşluk olsa gerek. Aydın kelimesiyle ilgili sorunumun temelinde kökten-kemalistler tarafından kelimenin içinin boşaltılmış olması var. Diğer yandan benim de çok tehlikeli bulduğum yarı-aydınları tanımlayan “gerçek” bir kelimenin türetilmemiş olması kelimeyi çoklu kullanıma sokarak üzerindeki şüphelerimi artırıyor. Haliyle aydın tanımı içinde kendilerine yer bulan pek çok insan bu vasfa hak etmeksizin sahip oluyorlar. Aydınla yarı-aydını birbirinden ayırt etmek için bir kelime türetilip yayılmadıkça aydın kelimesinin olumsuz tınısı devam edecektir. Münevver kelimesine geri dönüş de garibime gider. Bunun da çeşitli sebepleri var. Bir kere münevverin kökenlendiği “nur” kelimesinin kazandığı anlamlar farklı bir yöne işaret ediyor. Açıkçası münevver kelimesi günümüzde daha ziyade dinsel hassasiyeti olan kesimin kendi aydınları için kullandığı bir kelime gibi geliyor kulağa. Oysa kelimenin entelektüel kelimesine bir karşılık aranırken kullanıma girdiği on dokuzuncu yüzyılda Batı yanlısı entelektüelleri karşılamaktaydı. Münevver kelimesinin hoşluğu “dişi” bir kelime olması ve böylelikle benim zihnimde entelektüele kadınsı bir hava katması. Bu yazıda “aydın” kelimesi yerine hem kullananı daha entelektüel gösteren hem de daha az suya sabuna dokunan “entelektüel” kelimesini ikame ederek yukarıda bahsetmeye çalıştığım sakıncalardan kaçınmaya çalışacağım. Eh pek tabi entelektüel kelimesinin kullanımı da kullanan hakkında “frankofon” yargısı verilmesi tehlikesini barındırıyor. Bunlara göğüs gerebilirim sanırım. Entelektüel yazarken kast ettiğim şey: herhangi bir fikirsel temele sahip olup da bu fikirsel temele argüman sağlayacak bilgileri özellikle arayıp bularak donanım kazanan insanlar değil. Kast ettiğim bilgi birikimini herhangi bir ön-kabul olmaksızın sağladıktan sonra bilgilerini kategorize (tasnif) eden ve ulaştığı sonuçları fikirsel bir temele oturtan ya da kendi fikir bütününü ortaya koyan insanlar. İlla örnek vermek gerekirse Ziya Gökalp bir “aydın” Ahmet Hamdi Tanpınar ise “entelektüel” olarak konumlanıyor.

Gelelim “halk” kelimesine. Bu kelimenin konu başlığımız bağlamındaki kullanımı da acı verici esasında. Bu sorun da Türkçenin aynı anda birçok anlamı tek bir kelimeyle karşılamaktaki ısrarından kaynaklanıyor. Halkçılık ilkesinde övülen, göklere çıkarılan kelime, Aydın-Halk çatışması bağlamında kullanıldığında cühela bir sürüyü ifade ediyor. En azından elitist bir yazının konusu olduğu zaman bu ifadeye bürünüyor. Her ne kadar kimse elitist bir yazı yazmak için yazı makinesinin başına geçmese de… Sanırım elitizmin en büyük sorunu bu, kimse elitist olduğunu kabul etmek istemiyor, adını vermeden elitizm yapıyor. Halk kelimesi yerine bir başka kelime ikame etme arayışı ise maalesef boşa çıkacak. Zira dilimizde benim bildiğim ve bu yazıda kullanmak istediğim anlamı içeren bir kelime yok. Bu yüzden bu yazıya has bir öbek (terkip-tamlama) uydurup ne ifade etmeye çalıştığımı açıklamakla yetineceğim. Kullanacağım öbeği Aziz Nesin yüzde atmışı* olarak belirledim. Aziz Nesin yüzde atmışı için düşünce tembelleri güruhu da diyebiliriz aslında. Bilgiyi elde etmek için her türlü yolu, hatta düşünmeyi bile reddeden bu insanlar şifahen öğrendikleri fikirleri benimseyerek savunurlar. Böyle bir ayırım yapmadan tüm halkı entelektüel kesimle çatışıyor göstermek hoş olmaz. Ancak bu ifade “muhafazakâr demokrat” zihne uygun gelmeyecektir. Zira muhafazakâr demokrat dediğim düşünce yönelimi Aziz Nesin yüzde atmışı’nı bir oy deposu olarak görerek durumunun değişmesini istemez. Dolayısıyla da Aziz Nesin yüzde atmışı olma haline övgüler düzer. Bu övgülerin altında yatan sebep korkudur: Aziz Nesin yüzde atmışı olmaktan çıkarlar korkusu. Ancak bunu sadece muhafazakâr demokratların yaptıkları bir ayrımcılık olarak görmek de ikiyüzlülük olur. Yarı-aydın dediğimiz kesim de tam benzer söylemi hedefi değiştirerek yineler.

Şimdi düşünüyorum da bu yazının hedefi bir entelektüel savunusu olacak sanırım. Haliyle böyle bir savunuyu arzu etmeyenler şimdiden okumayı bırakabilirler. Rengimi baştan belli edeyim. Bu noktaya geldiğimize göre konuya girmenin zamanı geldi. Entelektüeller halkın her iki kesimi tarafından da sevimsiz ve yararsız bulunurlar. “Pythia’nın ağzı en bilge kişinin sen olduğunu duyurdu. Öyle olsun ama en bilge kişi en sıkıcı olandır aynı zamanda…” diye hitap edilmiş Sokrates’e. Bu hitapta yoğun bir doğruluk payı var. Bize bilgiçlik taslayanları sevmeyiz. Hele de karşılığında verebileceğimiz bilgece bir iki cümlemiz yoksa iyice istenmeyen bir durum olur. Samimi olmayan iki insan arasındaki sohbetler genelde bir üstünlük kurma amacı taşımaz mı zaten. Böylece entelektüel sıkıcı olduğu için Aziz Nesin yüzde atmışı’yla arasında kolay kapanmayan bir yara açılmış olur.

Entelektüel ve yüzde atmış’ı birbirine düşman eden bir diğer nokta ise karşılıklı anlayışsızlıktır. Faust’un yanılmıyorsam ilk cildindeydi “insanlar anlamadıkları şeylerle dalga geçerler” gibi bir dize geçiyordu. İnsanların dalga geçtikleri tek konu “anlamadıkları şeyler” olmasa da anlaşılmayan, zaman zaman korku duyulan kavramlarla dalga geçildiği bir gerçek. Entelektüel ile yüzde atmış’ın birbirlerini anlamadıkları ise bir diğer gerçek. Bu durumda iki grubun birbirlerinden hoşlanmaları da çok beklenir değil sanırım. Ancak burada yüzde atmış gözünde entelektüeli daha sevimsiz gösteren bir başka detay var. Yüzde atmış entelektüelle alay ederken entelektüel yüzde atmış yokmuş gibi davranır. Hatta alay etme biçimini dahi utandırıcı bulduğu için, daha anlaşılır kılmak istersek yüzde atmış alay ederken komik duruma düştüğüne inandığı için yüzde atmış’ın söylemini duymazdan gelir. Bu da entelektüelin yüzde atmış gözündeki sevimsizliğini artırır.

Entelektüelin konuşmasının anlaşılmazlığı da yüzde atmış için bir muammadır. Bunun özellikle ilgi çekmek, halktan yukarıda olunduğunu vurgulamak için yapıldığına inanır yüzde atmış . Böyle bir inanç da anlaşılabilir sebeplerle yüzde atmış’ı uzaklaştırırken entelektüeli de haksız bir hükümle karşılaştığı düşüncesiyle öfkeye ve daha fazla soyutlanmaya iter. Burada entelektüelin tamamen suçsuz olduğunu düşünüyorum. Şöyle açıklamaya çalışayım: Bir husus hakkında konuşuyorsunuz. Konuşmanız içinde gizli, açık pek çok gönderme olacaktır. Göndermeleriniz içerisinden çok bilindik olduğunu düşündüklerinizi açıklama gereği duymazsınız. Bu her insanın tecrübeyle belirleyip kullanıma alacağı bir yöntemdir. Bir bilgi sürekli karşınıza çıkıyorsa sizin için sıradan bilgi haline dönüşür. Bir çiftçi tarlada başına gelen bir hadiseyi anlatırken hikâyesindeki enstrümanlardan biri anadut ise anadutun çatala benzeyen, bir sacayağını andıran üç kola sahip ve harmanı atmaya yarayan bir aygıt olduğunu belirtme ihtiyacı duymaz. Aynı şekilde entelektüel de kendisi için sıradan hayatın temel bilgileri durumuna gelmiş kavramları açıklamaktan kaçınır. Kaçınmazsa kendi kendisini aptal bulmaya başlar. Konuşması esnasında herkes tarafından bilinen kavram, kelime ya da aletleri herkesin bildiği tanımlarıyla açıklamaya kalkışan insanları salak buluruz. Buna çok çarpıcı bir örnek belirli bir hızla suya düşüldüğünde, suyun beton vücut üzerinde betona çarpmış etkisi yapacağı bilgisi (klişesi). Bu klişeyi dokuz yaşımızda öğrendiğimizde, yumuşacık suyun böyle sert bir etki yapması oldukça ilginçtir ve çevremizdeki dokuz yaşında çocuklara satarak ilgi toplayabiliriz. Ancak yirmi beş yaşına gelip de hala bu bilgiyi çok sıra dışı, herkesin vakıf olmadığı bir giz gibi açıklamaya kalkarsak alay konusu oluruz. Bu noktada ergenlik çağında Alman felsefesi okumaya başlayan bir insan düşünelim, bu adamın Nietzsche’den bahsederken “ubermensch” kavramını açıklamaya davranması kendisine saçma gelecektir. Çünkü bu kavram yirminci yüzyıl boyunca evrilip çevrilmiş, birçok platformda tartışılmıştır, kendisi de kavramı defaatle duymuş, farklı boyutlarının tartışılmasına şahit olmuştur. Hatta bu kişi bu yazıyı okuyorsa eğer yazarın entelektüel kalitesinden şüphe edecektir. Nietzsche kadar sıradan, çok bilinen bir örnek verdiği için. Ama diğer yandan yüzde atmış: “Nietzsche kim… Ubermensch ne… Bu adam neyin havasını atıyor…” düşüncesi içindedir.

Yüzde atmış için entelektüel ve entelektüel için halkın ne olduğu da bir muammadır esasında. Düşünceme göre yüzde atmış entelektüele hayvansever ev hanımlarına yaklaştığı gibi yaklaşmaktadır. İşleri, güçleri yok; içlerinde insan sevgisi olmadığından hayvanların peşine takılmış, boş işlerle uğraşan bir güruh. Yüzde atmış için entelektüel ekonomik bağlamda yaşam kaygısı olmayan, cinsel organlarıyla trampet çalıp, trompet çaldıran bir insandır. Bu bakış açısında doğruluk payı mevcut, entelektüel yüzde atmış ile aynı dertleri paylaşmamıştır. Yalnız burada illa ekonomik sınıf farklılığı aramanın anlamı da yok kanımca. Entelektüel düşük gelir düzeyinde bir insan olsa bile birikimi hayata, sorunlara yüzde atmış’la aynı öncelik sırasıyla yaklaşmasına engel olur. Entelektüel de yüzde atmış’a aynı “boş işler” perspektifinden yaklaşmaktadır. Yüzde atmış entelektüele göre hayatını bir yanılsama içerisinde tüketmekte, gerçeği arama yarışında sürekli bir hatta birkaç adım geri kalmaktadır. Bu tutum entelektüel tarafından tiksintiyle karşılanır, yüzde atmış’ı sürekli kandırılan ve böylece üzerinden menfaat sağlanan bir grup gibi görür. Bir süre sonra da yüzde atmış’a olan inancını yitirir, bunu itiraf etmek hem zor hem de tepki çekecek bir davranış olduğundan sorunu yok saymayı tercih edebilir. Zira “elit” yaftası entelektüel için kaldırması zor bir hükümdür.

Yazının başından beri genelleme yapıyoruz. Haliyle yazılan her şey de hatalı olmaktan kurtulamıyor. Ancak genelleme yapmadan da belli yargıları sistematik bir şekilde işleme imkânı yok. Genellemenin bir diğer hoşluğu da yazının saldırganlık dozunu azaltması, genelleme yapıldığı zaman yazıyı okuyan şahıs direkt eleştirinin hedefindeki gruplardan birine dâhil olsa bile, genellemeler içerisinde mutlaka istisnalar bulunacağını bildiğinden, kendisini soyutlar. İnsanın kendini eleştiriden münezzeh sayar tabiatı da buna bir etkendir işin aslı. Böylece kişi kendisini içerisinde saydığı grup hakkında savunma ihtiyacı hissetse bile kendini “farklı” saydığından alınganlık göstermeyecektir. Öte yandan birçok eleştiri yazısı da kendinden bu derece emin olan şahısları hedef alır. İrdelemeye çalıştığım iki grubu (aydın-halk) yazının henüz başında ikişer gruba ayırmıştım. Aydınlardan entelektüel dediğim bir grubu, halktan ise yüzde atmış dediğim bir grubu alarak merceği bu ikisi üzerine tutmaya çalıştım. Entelektüeller ve yüzde atmış da belirli bir siyasal görüşe yönelirler. Her ne kadar izledikleri yol farklı da olsa. Yüzde atmış taklit yoluyla tevarüs ettiği bir hayat görüşüne mensuptur. Tabi bunun da istisnaları mevcuttur, hayat görüşü illa aileden alınacak diye bir kaide yok. Yaşadığı çevreye de uyum göstermesi söz konusu olabilir. Hatta ailenin mirası yüzde atmış bireyini girdiği çevrede rahat hareket ettiremiyorsa tekrardan taklit yoluyla hayat görüşünü değiştirmesi de söz konusudur. Entelektüel ise, daha önce de belirtildiği üzere, belirli bir birikime ulaştıktan sonra hayat ve dünya görüşünün yönelimini belirleyen kimsedir. Dünya görüşü her bireyde olduğu gibi entelektüelde de belirli davranış kalıplarının benimsenmesine sebebiyet verir. Temelde bireysel hareket etmeyi seven entelektüel ister istemez cemaat kalıplarından bazılarına uyum sağlar. Bu uyum hem içsel hem de dışsal boyutuyla yıkıcıdır. Bu arada entelektüel adı altında incelediğim gruptaki bireyler düşünsel faaliyetlerini ölene dek devam ettirdiklerinden dolayı bunların da farklı bir hayat görüşüne kaymaları ihtimali yüzde atmış kadar çoktur. Entelektüelin aksine yüzde atmış kendine olan güvenini cemaatle ortak harekette bulur. Burada belki de entelektüel ve yüzde atmış arasındaki en derin ayrımı yakalamış bulunuyoruz. Cemaatle olan ilişki! Entelektüelin cemaatle olan ilişkisi (ilişkisizliği) yüzde atmış’ın entelektüel üzerindeki yargılarında etkindir. Diğer yandan entelektüel yüzde atmış’ın kendini cemaatten ayrı konumlandıramaması ve dahası tanımlayamamasını eleştiri konusu eder.

Fikirleriyle geçimini sağlayan entelektüel için kitle vazgeçilmezdir. Aslında burada bir ikilem daha doğru ifadeyle ikiye ayrılan bir yol vardır. Entelektüel ikisinden birini seçer ve seçtiği yola göre de namusunu ortaya koyar. Aydınlanma çağı öncesinde hem burjuvazinin yokluğu hem de matbaa gibi bir iletişim aracından mahrumiyet gerek bilim adamlarını gerek sanatkârları zorunlu olarak aristokratların kucağına düşürmüştür. Yani caizeye muhtaçtır o dönemim entelektüeli. Bu muhtaciyet entelektüeli ya caize aldığı aristokratın yalakasına dönüştürür ya da bağımsızlığını sürdüren ama bunu başarırken yaşamını sürdürmekte zorlanan, namuslu bir adama çevirir*. Bu dönemde halk şimdikinden daha az edilgen ve daha az etkendir. Daha az edilgendir, çünkü entelektüelin kendisinden bir alacağı yoktur. Haliyle entelektüelin ilgi sıralamasında gerilerdedir bayağı. Fakat matbaayla beraber entelektüelin görüşlerini halka beğendirmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Artık caizeyi veren halktır. Şimdi entelektüelin karşısına çıkan çatallı yol daha iyi anlaşılacaktır sanırım. Halkla iyi geçinme ya da yukarıda kullandığım popüler söyleyişle halka inme adına kendi tarz ve tavrından ödün mü verecek yoksa “edeb ya hu” çekerek kendi doğrusunu bildiği tarzda mı söyleyecek. Her halükarda yüzde atmış’yla bağlantı kurabilmesi çok zor görünüyor.

NOTLAR:

* Aziz Nesin bu kelamı ettikten sonra yaptığı bir söyleşide bu yargıyı, halkın %60’ını gerçekten aptal olduğuna inandığı için verdiğini söylemişti. Hatta sebep olarak da domuz yemememizi göstermişti. Bariz dalga geçiyordu.
** Bu durum Dostoyevski’nin Cinler romanındaki alt katmanlardan birini de oluşturur aynı zamanda.

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*