Bir ‘Mutlu Türk’ün Hezeyanları

Bir önceki kitabının kapak tasarımı daha berbattı, en azından bu son kitabında portresine hafif illüstratif kıvam vererek cila atmışlar. Fakat bu estetik çaba da affettirmiyor tabii. Beyefendi, alâmeti fârikaları olan fuları, ak pak kısmî sakalı ve elbette ki şişe dibi gözlükleriyle kötü bir fotoğrafçının kadrajından bize doğru bakıyor kapaktan hâlâ. Bu kompozisyon kimi keşfi acaba? “Ahir ömrümüzde hiçbir akademisyene nasip olmayacak kadar popüler olduk, keyfini çıkaralım bari” diye düşünüp yayınevi editöründen bizzat kendisi mi rica etti, yoksa tamamen “şöyle kapağa güzel bir resmini koyalım, direkt iletişimden yakalarız okuru” hesabı yapan işgüzar tasarımcının ‘cinfikirliği’ mi? Her neyse, iki durumda da nahoş olduğu muhakkak…

Oldum olası adıyla iddialı, çok şey vaad eden kitaplardan uzak durmuşumdur zaten, kitabın ismi de yüzümü buruşturmam için ayrı bir sebep: Demokrasimizle Yüzleşmek. Önceki de en az bunun kadar iddialıydı: Tarihimizle Yüzleşmek. Pek güzel, aralayıveriyorsun sayfaları hooop yüzleşiveriyorsun tarihle ve demokrasiyle! Sayın yazar, şöyle kenara çekilin de eserinizi okuyup ben karar vereyim yüzleşip yüzleşemediğime yahu! Kitapların hacmine bakıyorum, biri 246, diğeri 318 sayfa. Belki değerli profesör, zât-ı şâhânelerine has tekniklerle dağ sıkletindeki meseleleri ‘okuma parçası’ kolaylığında yazıya aktarma kabiliyetine sahip bilemiyorum, fakat şu kadarcık metinden demokrasimizle ve tarihimizle hesaplaşmaya çağırmak takdire şâyân bir entelektüel cesaret doğrusu.

Prof. Dr. Emre Kongar‘dan ve kitabından bahsediyorum… Hayır, mevzuum kendisi ve yeni çıkan kitabı değil; israf-ı kelâmın da yeri var. Beyefendiyle bu kitabı münasebetiyle bir gazetenin kitap ekinde röportaj yapmışlar, sayfadaki fotoğrafında parıldayan sarı fularının hatırına okumadan geçemedim, onu diyeceğim…

Kendisinin fikirlerine, NTV‘de yayınlanan Hacivat-Karagöz’ün modern bir yorumu diyebileceğimiz ‘Kongar-Barlas’ programındaki performansından az biraz âşinâ olanları şaşırtacak şeyler değil röportajda söyledikleri aslında: Çağdaş demokrasinin temelleri Atatürk döneminde atılmıştır. Demokrat Parti, demokrasiyi kullanarak diktatörlük kurmuştur. Sivil politikacılar hiçbir zaman demokrat olamamıştır. Demokrasi adı altında ordu düşmanlığı yapılmaktadır. Şu andaki iktidar, rejimi dinci oligarşiye kaydırmayı hedeflemektedir. Ülkedeki en büyük tehdit dinciler değil, bunlara destek veren “dombili” liberallerden gelmektedir (Tırnak içindeki ifade benim eklememdir, müşârünileyh tam da bunu demek istemiş bence). Türbana itiraz edilemez, ama bu feodal bir baskı aracıdır. Bu konuda hizmet alan ve hizmet veren ayrımı yapılmalıdır, ancak üniversitelere başörtülüler alınmamalıdır, ilh… Lâkin bir cümlesi var ki kenarında eğleşmeliyim biraz. Ulus devletten bahsederken şöyle buyurmuş Bay Kongar: “…Hem Atatürk ‘Ne Mutlu Türk Olana’ değil ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ demiştir.”

‘Hay canına yandığım, bir sen eksiktin bunu söylemeyen’ dedim okuyunca gayri ihtiyari. Evvelden yoktu bu ‘Ne Mutlu Türküm Diyene‘ye ‘tevil’ gayretkeşliği. Zamanında stadyumlarda bayram coşkusuyla, okul kapısında ders öncesi ciğerimi yırtarcasına, askerde ‘yürüyüş kararı’ yüksek perdeden bağırırken, şahsen benim hiç de aklıma gelmemişti böyle bir mana taşıdığı; Türk’tüm ve mutluydum. Demek ki o kadar sene gaflet içindeymişim.

Bu ‘tefsiri’ kim Türk ‘düşün’ dünyasına kazandırdı bilmiyorum ama bir diskur klişesi oldu çıktı. Son zamanlarda birtakım akademisyen, köşe yazarı, askerî zevat; cumhuriyetten, vatandaşlıktan, milliyetçilikten söz açılınca sanki bunu kendileri o dakika keşfetmiş edâsıyla söylemeden edemiyorlar “Atatürk ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ demiştir, ‘Ne Mutlu Türk Olana’ değil!” diye. Bu yazıyı yazmaya niyetlenince de tuttum Google‘dan arattım bu derin izahatı; ilginçtir tam 12 bin adet sayfa çıktı karşıma. Meğer ne fonksiyonelmiş! Hesapta ‘Atatürk milliyetçiliği’nin ne kadar kapsayıcı, kuşatıcı bir öze sahip olduğunu böylesine ‘muhteşem’ bir mânâ taşıyan cümleden anlayıvereceğiz, ‘Türküm!’ demenin haklı gurur ve şuurunu iliklerimize kadar hissedeceğiz o an öyle mi?

Ama işte orada bitmiyor maalesef. Takla atıp gerdan kırarak tevile uğraşan beyefendilerden, bu tumturaklı cümlenin çok daha teferruatlı mealini istiyorum ben. Mesela size göre ‘Türk’ kimdir, nedir? ‘Türk’ü hangi tarihî, sosyal veriler çerçevesinde tarif ediyorsunuz? Onu ‘Aborijinim!’ demekten daha matah kılan tılsımlı güç ne mene bir şeydir? Sadece üzerinde ‘Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanı’ yazan bir hüviyete sahip olan biri ‘kimlik durumundan’ mutlu mu sayılmalıdır? Pekâlâ, boyuna davet ettiğiniz ‘Türk’üm demenin insana bahşettiği ‘mutlu olma’ hali neye benzer? Bunun maddî bir tezâhürü var mıdır; kürek kemiklerinin ortasından hareketlenip beyin loblarına yürüyen kısa süreli elektriklenme filan gibi? Örneğin hayatından bezmiş Lübnanlı bir Dürzî gelip Cilvegözü sınır kapısından ülkemize girse ve ‘Türküm!’ diye bağırsa, yurt sathına yayılan bu saadet ikliminden faydalanabilecek midir? Bir Türk vatandaşı bu sözün devrini tamamlamış bir cümle olduğuna inanıp söylemeye hâcet duymasa, onun milyonları kuşatan kutlu duygudan nasipdar olamama ihtimali var mıdır? Dahası, sizin çizdiğiniz bu çerçeveye ittibâ etmeyen bu gafilin ‘Türklüğünden’ şüphe edilecek midir?

Sualleri delicesine çoğaltabilirim, ancak gerek yok. Bari şu soruyu cevaplamanızı istirham ediyorum: Bu sözün söylendiği zamandan sonra geçen onca yıl sonra ‘imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle’ olma adına referans alacağımız cümle illâ bu mu olmalıdır?

Hayır, ‘Türk’ olmaktan gayet mutluyum, mesudum, mesrurum. Dünyanın en güzel bayrağı altında ruhumu teslim etmek bile başlı başına şâdmanlık vesilesi olurdu benim için. ‘Türklüğün’ insana hissetirebileceği yedibinyediyüzyetmişyedi çeşit bahtiyarlığı da şuracıkta gözümü kırpmadan sayabilirim. Son yıllarda üzerine sinen ufûnete ve adı altında irtikab edilen türlü rezilliklere rağmen kendimi üzerinden tarif edebileceğim kelimelerden birinin de ‘milliyetçilik’ olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama kusura bakmayın baylar, benim baktığım zaman gördüğüm şey, sizinkiyle aynı değil.

***
Efendiler! Ve siz; fularlı, kısmî sakallı, gözlüklü bayım! ‘Behemehâl’ bırakın bu son kullanma tarihi geçmiş cümleleri, gülünç tevil-tefsir çabalarını da şöyle ciğerinizden bir türkü söyleyin artık…

entelektüel

Edebiyatı sever, şiir dinlemeyi sever, liberal ve politik bir kişidir.

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*