FELSEFE-İ FERD BAŞLIKLI MAKALENİN TAHLİLİ – Baha TEVFİK

ŞİMDİ”NİN LİBERALİ, “GELECEK”İN ANARŞİST’İ BAHA TEVFİK adresindeki yazının devamıdır.

Metnin yorumuna başlarken belki de sonda söylemem gerekeni başta söyleyerek metnin geneli hakkındaki mütalaamı açık edeceğim. Baha Tevfik Felsefe-i Ferd’i bitirirken şöyle diyor; “’Çağın sonu’ diye feryad ediyoruz. Oysa meydanda çağın sonu yok. Belki çağın başlangıcı var. Ben bu yeni çağın içinde ‘anarşizm’i görüyorum. Kanımca kölelikten ücretli köleliğe ve ücretli kölelikten sosyalistliğe geçen insanlık en sonunda anarşizme ulaşacak ve orada bireyselliğin bütün bağımsızlığını, bütün azametini duyumsayacaktır.” Burada Tevfik’in kendisini Anarşist ilan ettiği sonucunu açık ve net olarak çıkarsayabiliriz. Ancak diğer yandan metnin geneline baktığımızda bu hususla ilgili derin şüpheler uyandıran pasajlarla karşılaşacak ve bunları yorumlamaya çalışacağız. Yukarıdaki pasajı kısaca değerlendirmeye aldığımızda bile yirminci yüzyılın hemen başında kaleme alınmış bir metinde oldukça ilkel anarşist görüşler belirtildiğini anlayabiliriz. Kaldı ki Tevfik’in Anarşist bibliyografyası oldukça zayıftır. Makaledeki çeşitli polemiklerinde muhataplarını okumamakla, derine inmemekle suçlayan Tevfik, Anarşist olduğunu beyan etmekle beraber mühim Anarşist metinlerden bihaber görünmektedir. William Godwin ya da Max Stirner gibi erken Anarşistlerden haberdar olmasa bile kendisini Anarşist olarak tanımlayan bir insanın en azından Proudhon, Bakunin ve Kropotkin gibi üç önemli kuramcıya göndermelerinin olmaması büyük bir eksiklik olarak göze çarpar. Bir başka açıdan baktığımızda da Tevfik’in Anarşizmi sloganist bir Anarşizmdir. Daha Anarşizm’in ilk dönemlerinde terk edilmiş tekâmül fikirleri işlenmektedir. Böyle kabul ettiğimizde Tevfik’in kuramsal olarak reddedilmiş evrimci, romantik fikirleri olduğunu ve salt bireyci bir Anarşizm’e göz kırptığını söyleyebiliriz.

Oldukça ters bir giriş olmakla beraber, kendi metnimin niyetini baştan belli ederek aşırı yorumların önüne geçebilmeyi hedefledim. Artık metnin yorumuna geçebiliriz.

Çok fazla ileri gitmeden makalenin hemen başında şaşırtıcı bazı ifadelerle karşılaşırız. Metnin sonunda Anarşist olduğunu ifşa edecek olan yazarımız yüz yirmi sayfa kadar önce “Toplumsal hayatta en önemli esas bireydir […] Güçlü bireylerden güçlü hükümetler çıkar, buna karşın yoksun ve miskin bireylerden oluşmuş toplumsal heyetten de girişimsiz, aciz yöneticiler ortaya çıkar” buyurmaktadır. İki pasaj arasındaki derin uçurum oldukça net olarak görünüyor kanısındayım. Toplumsal hayatta en önemli esasın birey olması, çok basit baktığımızda bireyin özgür ve mutlu olmasını hedefleyen Anarşist felsefenin ırmağı içinde Alan Ritter, Max Stirner, Benjamin Tucker gibi düşünürler “komünal bireysellik” kavramı üzerinde durmuşlar ve fakat hiçbir zaman bireyin özgürleştiğinde güçlü bir hükümetin kurulmasına hizmet edeceğinden söz etmemişlerdir. Dahası bin dokuz yüzlü yıllara gelindiğinde “komünal bireysellik” kavramı geçerliğini yitirmiştir. Kaldı ki daha önce de belirttiğim üzere Baha Tevfik’in kütüphanesinde Anarşist düşünürlerin yeri yoktur pek; “Memleketimizde var olan toplumsal durumları incelemek istediğim zaman kendi gözlerimin yetmediğini anladım. Ve hızla toplumsal bilimlerde Durkheim’ın, toplum biliminde Desmoulins’in pek büyük bir maharetle hazırlamış oldukları gözlükleri aldım.” ifadesi de bunu keskin bir biçimde işaret ve ispat etmektedir. Desmoulins Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinden, Durkheimsa toplumsal ilişkilerinin kökeninin ekonomik değil ahlaki olduğunu savunan bir sosyologdur.

Metinde görülen en büyük ıstırap kaynağı tutarsızlık. Yukarıda metnin başıyla sonu arasındaki tutarsızlık metnin tüm içeriğinde sinmiş durumdadır. Yüz yirmi sayfadan mürekkep, kısacık bir makalede bu kadar çok tutarsızlık olması metni yorumlamayı güçleştiren bir etken. Tutarlı görünen tek yan olan bireycilik içerisinde bile bir tutarsızlık bulmak mümkün. Az önce gönlünde yatan aslanın bireyin gönüllü olarak katılım sağladığı bir komünal yaşam olduğuna hükmettiğimiz Baha Tevfik bir başka bölümde “Bugün en aşırı sosyalistler bile onaylarlar ki insanlığın mutluluk ve barışı Platon’un sosyalist ilkelerinden çok Aristo’nun bireyci kuramlarıyla mümkün olabilmektedir.” diyor ve devam ediyor “Eğer İsa’nın doğumundan üç yüz bu kadar yıl önce yerinde olarak yazılan bu bireyci kuramlar hemen toplumsal ve siyasi hayata uygulanmış ve Platon’un arzusu üzere her şeyin, hatta çocukların bile kamuya ait olması ilkesi benimsenerek hayatın bütün belirtilerine zorba hükümetler eliyle düzenlenmesi ve yönetimi yoluna gidilmemiş olsaydı, bugünkü insanlık derece derece ilerleyerek sonunda ücretli köleliğe geçebilmiş değil, belki gerçek bir özgürlüğün mutlu beşiğinde büyümüş gitmiş olacaktı.” Tekamülcü bakış açısına tekrar değinmek istemiyorum. Ancak Anarşist Filozofların evrimci olanlarında dahi görülmeyen bir özelliğin sürekli karşıma çıkması da beni rahatsız ediyor. Hele ki tutarsızlık “Gerçek özgürlük hükümetin biçiminden çok bireyin terbiyesiyle irfan seviyesinin mümkün ölçüde yükselmesiyle mümkündür.” cümlesiyle taçlandırıldığında metni yazan elin birden fazla olduğu şüphesi dahi doğuyor. Karşımızda hükümetin varlığını yadsımayan, yadırgamayan bir Anarşist duruyor.

Anarşizm’in doğasına ters bir diğer hükmü de Thomas Hobbes’un ironik bir, “güçlü güçsüzü her zaman ezer, bundan başkası da mümkün değildir” cümlesine yaptığı yorumda buluruz: “Hobbes’un bu düşünceleri, böyle hareket etmemizi tavsiye ettiği için değil, böyle harekete doğal olarak mecbur olduğumuzu göstermek için değerlidir.” İnsan doğasının kötülüğe eğimli olduğu ve bunun değiştirilemeyeceği yargısı, Anarşizm’in kendi kendini inkârıdır. İnkâr bununla da sınırlı kalmaz; “Böylece yapılan kanunlar, yani toplumdaki toplumsal bağlar sükûneti sağladığı halde makbul, aksi takdirde saçmadır” ifadesiyle de pekiştirilir. Ancak Baha Tevfik bu cümlelerini neshedecek bir başka cümleyi hemen peşlerine takarak Anarşist söylemin yolunu tutuyor; “Şimdi kendi toplumsal koşullarımıza bakalım. Geniş özgürlüğün bizdeki yansımalarını ve bu ilkeye dayanarak düzenlenen gayet sıkı yasaları göz önüne alalım ve bilelim ki bunların düzenlenmesine sebep hükümetteki istibdad eğilimi değil henüz bireyde hükmünü gerçekleştirilen özgürlük anlayışının olmamasıdır.” Bir önceki cümlesinde Anarşist dairenin tamamen dışına çıkarken bu cümleyle nedensellikte birey ve toplumu hükümetin önüne alması, hatta hükümeti hiç mesabesine indirmesine dikkat edilmelidir. Daha ileride bu yargısını pekiştirecek ifadelere de yer vermiştir: “Bireyi memur yapan yasadır. Öncelikle hükümet de değildir. Çünkü her hükümet bütün bireylerini memur yapamaz. Şu halde sorumluluk halkta mı? Şüphesi onda değil. Biz gençlerimizdeki memur olmak heves ve hayalinin kaynağını toplumsal terbiyemizde ve bu toplumsal terbiyenin ortaya çıkmasında büyük bir etkisi olan yasalarımızda aramalıyız.” Ne var ki Tevfik’in bu tutumu da uzun sürmeyecek “Hükümetin Etkinliği Bireye Nasıl Dayanır?” sorusunu cevaplamaya çalışırken hükümetin meşruluğundan dem vurmaya başlayacaktır. Burada yorumun aşırıya varmaması için bir tartışma yapmak gerekiyor. Baha Tevfik var olan durumu rasyonel hale getirmeye mi çalışıyor yoksa metni inşa ederken tedrici bir yöntem mi kullanıyor. Kısaca açıklamak gerekirse evrimci yapısına uygun olarak, metnin akışı esnasında hükümet denilen kurumu önce ıslah ve terbiye edip son olarak ortadan kaldırmayı mı amaçlıyor? Yoksa Anarşizm’i çok da inanmadığı romantik bir hedef belleyip, reel durumla ilintili yorumlarda mı bulunuyor? Bu sorulara yanıt verebilmek güç. “[…] hükümetin” diyor “etkinliği meşru da olsa müthiş ve sürekli istibdad oluşturmaktan geri kalmıyor”. Bu cümleyi iki farklı koldan yorumlayabilmek mümkün; ilk evvel meşru bir hükümet olabileceğini itiraf ediyor. Ancak daha derinlemesine analiz edersek bir iktidar odağı olarak hükümetin varlığının yasallaştırılmasının bir şey ifade etmeyeceği, çünkü bu yasallığı yasadışı olarak kullanacağı ve dolayısıyla hükümet örgütünün ortadan kalkması gerekliliğini savunduğunu çıkarsayabiliriz.

Memuriyeti, memur olma arzusunu yerdiği ve ilginç bir indirgemecilik örneği sergileyerek genç kesimin muhalifliğini, her türlü kötü hasletini bu arzuya bağladığı pasajları alıntılamadan önce birkaç söz etmek isterim. Toplumun memuriyeti olan ilgisini serbest çalışmaya yöneltme çabasında olan ifadeler Liberalizmin ekonomik yönüne vurgu yapar ve esasında Baha Tevfik bu görüşlerini Prens Sebahattin ekolünden tevarüs etmiştir. Liberalizm’in toplumsal modelini de aşıp ekonomik modelini hedef gösteren ve aynı anda Anarşist olduğunu ilan eden bir yazar için tek bir yorum şansı kalır, Baha Tevfik için yazdığı yazılar iki farklı döneme işaret etmektedir: şimdi ve gelecek. İhtimal dâhilindedir ki bu metnin niyeti Anarşist görüşleri ifade etmektir. Ancak diğer yandan hal-i hazırdaki durum ve aşama Anarşizm’in toplumda yerleştirilebileceğine umut ışığı yakmamaktadır. Bu yüzden Tevfik şimdi için Liberalizm’i, gelecek için Anarşizm’i hedef göstermektedir. “Memleketimizde hemen herkes hükümet memuru olmak hevesindedir. Bu öyle bir arzudur ki küçük büyük, genç ihtiyar mutlaka çekiciliğinin tutsağı oluyor. […] Zavallı öğrenci, kendinden önce çıkanlardan kolayca memur olabilenlere gıpta eder. Sonunda bir gün liseden çıkıp da tahsile daha devam etmek üzere yüksek okullardan birine girmek gerekince en önce akla “Mekteb-i Mülkiye” gelir. Esasen liseyi bile hiç olmazsa bir nahiye müdürü olmak hevesiyle bitiren genç bu defa yeniden bir ilçe kaymakamı olmak hülyasıyla çıldırır. […] Yüksek okulların mezunları arasından kendi kişisel girişimleriyle geçinenler mutlaka memuriyet alanında başarılı olamayanlardır ki doğal olarak hükümete muhalif bir durumda bulunurlar.” Bu ifadelerin yorumu daha önce yapıldıysa da bir ekleme daha gerekiyor. Acaba kendisi de bir dönem memuriyet yaptıktan sonra kendi kişisel girişimleriyle geçinmeye başlayan Baha Tevfik de bu yargının kapsamı içerisine girmekte midir? Eğer öyleyse hükümet muhalifliğinin, Anarşistliğinin altında yatan sebeplerden bir bu olabilir mi?

“Bir satıcı, sanatkâr ne olsa bütün emtiasına veya sanatıyla ilgili alet ve edevatına sahip olacağını bilmekle beraber gelecek hafta daha az kazanacağından kuruntu olarak endişeye düşebilir. Fakat bir memur görevini ne kadar iyi gerçekleştirirse gerçekleştirsin yarın sebepsiz olarak işten çıkarılıp tahkir ile kovulmayacağından emin olamaz.” Bu ifadede yukarıdaki sorularımın cevapları gizli gibi ve liberal ekonomi modeline doğru yol gösterme de burada pekiştirilmiş. Hatta bununla da yetinmeyerek “En büyük ediplerimizden, yazarlarımızdan, ressamlarımızdan, tabiplerimizden, mühendislerimizden, mimarlarımızdan ve saire bilim ve sanat erbabımızdan yalnız kendi mesleğine çabasını adayarak yani biraz da mamur sıfatıyla hükümet hazinesinden para almayarak yaşantısını sağlayabilmiş kaç bahtiyar görülebilir.” demekte, kendisini bahtiyar olarak nitelendirmekte ve memuriyette kalmayışından duyduğu sıkıntıyı beyhude saklamaya çalışmaktadır.

Son olarak Baha Tevfik de gayr-i milli bir damara dikkat çekmek, toplumun milletsizleşmesini (beynelmilelleşme – enternasyonalizm) ve vatansızlaşmasını istemekte olduğunu belirtmekte fayda görüyorum. Bu milletleşme ve vatansızlaşma Liberalizm’de olduğu gibi Anarşizm’de de geçer akçedir. Tevfik kısa ve net olarak: “Geçmiş gibi milliyet de istibdaddır. Bunlardan kurtulmadıkça gerçek “bireysel özellik görünemez.” Demekte ve eklemektedir, “istisnasız her konuda –hiç olmazsa düşünsel bir özgürlük sağlamayan yani manevi çıkarımı gerektirmeyen özgürlükseverlik ne kadar anlamsız ise benim için faydalı olmayan bir vatan uğrunda edilen vatanseverlik de aynı derecede anlamsızdır.”

Son bölüm: METNİN LİBERALLİĞİ YA DA ANARŞİSTLİĞİ ÜZERİNE SONSÖZ

1 comment

  1. […] Bir sonraki bölüm : FELSEFE-İ FERD BAŞLIKLI MAKALENİN TAHLİLİ […]

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*