İnsan ağlayamadığı için ağlamalı

Sinema salonundan daha büyük bir salonda dayım, annem ve teyzemgiller ile beraber bir tiyatro sahnesi önünde ortaya konulan eseri seyrederken birden herkes ağlamaya başlıyordu. Esasında da ortada cidden düşündüren ve düşündürürken de ağlatan bir eser vardı.

Ben o zamanlar lise yıllarındaydım. Çıkışta dayımın bana ” İnsan ağlayamadığına ağlamalı” sözünü hiç aklımdan çıkarmadım.  Zaten şu an bunu yazıyorsam aklımdan çıkartamadığımında ayrı bir ispatıdır.

Serdar Turgut, Senegal’de bulunan Türk okullarını ziyaret etmiş ve ziyaret sırasında kendisine çeşitli konularda soru sorulmuş. Serdar Bey’in de Senegal’in genelinde bulunan çocukların okulda okuyan çocuklardan daha mutlu oldukları gözlemlediğini ve bunun bir eksiklik olduğunu, çocukların daha neşeli olmaları gerektiğini, bu minvalde sözler söylemiş.

İşte tam bu sözle ilgili olarak sizinti dergisinin ilk sayısında bulunan Başyazıyı tekrar okumak gerektiğini düşünüyorum.

Buraya alıntılıyorum.

Bu Ağlamayı Dindirmek İçin Yavru

SENİN için bu yola atıldık. Acılarına ortak olmak ızdıraplarını dindirmek, gönlünü abad etmek için. Bize gönül koyma, aheste – revlik ettik, vaktinde imdadına yetişemedik. Ama inan, sinemizde hep Yakub’un gadri efganı, içimizde Zeliha’nın aşkı hicranını taşıdık durduk. O ab-endam kametinin iki büklüm olduğunu her gördükçe, perişan kâkül’ün gibi kalbimde dağılıp durdu. Buruk boynun ve mahzun bakışların karşısında kaç defa kaddim büküldü, gözlerim doldu. Her feryadıma senin türkünden bir nağme katıp destanını dile getirmek istedi isem de, iniltin içimi yaktı; derdin gözümde büyüdü, içim burkuldu.

HEM de sana el uzatmağa utanıyordum.. Aba-ı kenaiseyye-i hatırlatan cali şefkatimle karşına çıkmağa ar ediyordum zira sana, gözümün önünde kıydılar, zülüflerini tar-u mar edip, bu hale koydular. Beynini söndürürken, kalbini kursağına yedirirken, görmüştüm olup bitenleri ve uzatamamıştım günahk6r elimi eline… Sızlanışına rağmen uzatamamıştım… Kader’in, Faust’un kaderi, ama Mefiston kim? Kim reva gördü bunları sana? Emin bir ülkede idin. Sıcak bir yuvan vardı. Rızkın başının ucunda ve işin yolundaydı. Sonra şu vahşetzare geldin. Geldiğine bin pişman oldun. Ama gelmek elinde değildi. Etrafını büsbütün boş bulup halini aşina kimse göremedin. Asıl efganını sadece sen duyuyordun. Ve koşanlar, midenin ahü vahına koşuyorlardı. Bu günkü canhiraş feryatların, ta o zaman başlamıştı. Ta o zaman terk edilmiştin. Hem de can-feza iken. Sen başkalarının keyif ve eğlencesi olarak elde idin, kucakta idin; bir gül gibi göğüste idin, dudakta idin Ama senin için yapılan şeylerde sana ait olanı bulmak mümkün değildi. Gariptin. Yalnızdın. Ve sahipsizdin.

DÜNÜN bu gününü doğurdu ve bu günün ne olacağı belirsiz yarınlarını hazırlamakta. Yolların ayrımındasın yavrucuk… Şimdi bana müsaade et de, şu badirede Bahadır’ın olayım. Mızrabımı senin için vurup, feryadımı ruhuna duyurayım. Bu fırtına ve bu yangında gerektiği an imdadına koşamadığım için de kaldırım taşı gibi şu mücrim başımı ayaklarının altına koyayım. Ve bütün mücrimler adına senden özür dileyeyim: Bir keyif uğruna varlığına sebebiyet verenleri, etme – kemiğine bağlanıp gönlünü unutanları, bir geçici dem için ebediyetine kıyanları, ruhuna hoyratlık aşılayıp sefaletini hazırlayanları affeyle yavrucuk.

entelektüel

Edebiyatı sever, şiir dinlemeyi sever, liberal ve politik bir kişidir.

2 comments

  1. yeliz çelik diyor ki:

    ağlayamadığına ağlamak…….
    çok anlamlı bir söz….
    yine döktürmüşsün kadir…

  2. Mister No diyor ki:

    Kadir, sen cemaatçi miydin ya?
    Bir gönülde ikisi olmaz heralde, liberallik ve nurculuk?

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*