Asmalı Çardak

İnsanoğlunun yeryüzünde geçirdiği süre bir ağaç altında gölgelenmek kadar bir şey ya, bir teşehhüd miktarı nefeslenmek için bile olsa, insan başının üstüne bir gölge arıyor. Kıvrılıp bükülerek uzanıp giden tozlu yolların gözde menzilleri pınarlar da, çoğu zaman gölgelerini yol kıyısına seren ağaçlarla birlikte oluyor. Yol bir avula uğradığında, bu gölgelik vazifesini çadırlar devralıyor; köylerden şehirlerden geçtiğinde, çadırların yerini, toprak damlı evler, oluklu kiremit döşenmiş çatılarıyla şirin bahçeli meskenler, bazen köşkler, saraylar, kâşâneler, hatta kurşunlu kubbeleriyle mabedler alıyor. Safa veya bela bulmak için gidilen yerlerin haddi hesabı yok: çarşı, pazar, meydan, dere, tepe, derya… Lakin huzur bulmak için dönüp dolaşıp yine bir gölgeye konuyoruz.  Huzur deyince, su sesi kadar yeşilin de lüzumlu olduğunu bilen ecdad, yeşille suyu türlü şekillerde bir araya getirmiş. Bir zamanların enfes bahçelerinde çeşit çeşit ağaçlar, gölgelerini şıkır şıkır havuzların üzerine sermiş. Ağaç ayrı bir cennet nişanesi, ama bir de asma var ki bu gölgesine sığınılan nesneler arasında, onun da yeri apayrı. Bahçelerde, kır kahvelerinde, hatta mescitlerde baş köşeye yerleşmiş, çardak olmuş asma, özge bir safaya remiz olmuş. Asma adeta tabiatla insan yapısını mezcetmeye yarayan, her derde deva, elastik, plastik bir unsur. Ağaçlar binalara yoldaşlık ediyor; çiçekler bahçelerde arz-ı endam edebildikleri gibi, saksı marifetiyle içerilere buyur edilebiliyor; duvarlar, çatılar sarmaşıklarla tezyin ediliyor da, asma gibi sarmaş dolaş olabilen başka bir nebat yok galiba. Balkonlara, çatılara tırmanıyor, bütün şirinliğiyle kollarını hayatımızın boynuna doluyor, yüz göz oluyor. Ama marifetlerini en iyi, çardak haline geldiğinde sergiliyor. Çatı yağmur ve kar kadar, hava ve ışığı da kestiği için, açık hava ile kapalı alan arası mekanlar için çok elverişli değil. Sarmaşık gölgesi biraz fazla koyu. Asma ise, bir yandan gölge ederken, diğer yandan gökyüzünü görmenize müsaade ediyor, daha aydınlık, daha ferah bir gölge sunuyor. Hususi surette tanzim ettiğiniz mekanınızda; peykenize, minderinize, iskemlenize kurulup, çayınızı, kahvenizi yudumlarken, nargilenizi fokurdatırken yeşilliğin tam içinde oluyorsunuz, böylece leziz bir sohbetin safasını sürmek için ihtiyaç duyduğunuz bütün techizat, çevrenizde hazır bulunmuş oluyor. Farz edin ki, kuşluğun taravetinin henüz kaybolmadığı bir vakitte, hafif meyilli bir yokuşu ağır ağır tırmanıyorsunuz. Toprak yolun iki yanı akasyalar, ıhlamurlar, tek tük çınarlar; karşı sırtlarda erguvanlar, kırmızı kiremitli, aşı boyalı, seyrek evlerin bahçelerinde dut ağaçları, serviler arasında küçük bir mescidin ahşap minaresi… Yolun dirsek yaptığı yerin az ilerisinde, önünde asmalı çardağıyla, deryaya nazır bir kır kahvesi… Yerler asma gölgesiyle yamalanmış, başınızın üstünde küçük küçük masmavi gökyüzü parçacıkları… Tahta masalardan birine yanaştınız, tahta iskemlelerden birini çekip oturdunuz; ahbâb ü yârânı beklemeden bir çay istediniz; ikiletmeden geldi, lebreng, lebrîz, lebsûz, taze çayınız; usûlü üzre, râyihâsını genzinize hafifçe çekip, besmeleyle bir yudum aldınız; üzerinde gün ışığının cıvıldadığı deryânın sükûnetine kısacık bir nazar salıp, yumdunuz gözlerinizi… Şimdi küçücük bir yavru gibi tertemiz, neş’eli ve zinde, ve fakat cihanın bin türlü umurunu görüp geçirmiş bir koca gibi vakar, irfan ve kemâl üzre; gönlünüzde ne dün hasreti, ne yarın endişesi, ebedî bir ânın eşiğinde, cemâl tezahürlerinin temaşasına dalmış duruyorsunuz. Siz dururken, damarlarınızdan atlılar sökün edip geçiyor; ebrûlî bir sahrâdan çıkıp gelerek, lâlgûn bir akşamın ufkuna doğru akıyor. Râyetlerindeki nakışlardan mermer cûşa gelip, nabzınızla yek-âhenk raksa duruyor, kurşun çağıldayıp akıyor. Cihangîr civânlar bezm-i cenge giderken, bülbül gülzârda rezme duruyor. Elinizdeki piyâlede aksinizi görüyorsunuz: yemyeşil bir bahçede oturmuş dururken çizmiş nakkaş sizi. Yarı sekr halinde açıyorsunuz gözlerinizi, selam var üzerinize; tebessüm çizgisinde kalmış dudaklarınızı aralayıp cevaplıyorsunuz selamı. Şimdi anlatın beyne’n-nevm ve’l-yakaza gördüğünüz rü’yeti ki, dost tabir etsin, paylaşın ağız tadını. Çay kahve de bahane, kahvehane de bahane, bilinmez ki huzur hangi gölgenin altında…

entelektüel

Edebiyatı sever, şiir dinlemeyi sever, liberal ve politik bir kişidir.

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*