Modern zaman paradoksu

iyi bir eğitim almaya çalışıyoruz ya da eğitim almadan ortaokul ikiden terk edip çalışma hayatına adım atıyoruz. çok çalışıyoruz, çok didiniyoruz. dünyevi zevklerimizin bazılarından daha büyük bir dünyevi zevk için vazgeçiyoruz. bu dünyevi zevklerin en başında maslow’un da dediği gibi barınma ihtiyacı geliyor. fakat günümüzde artık bu evlerin nasıl olduğu, maslow’un dediği gibi sadece barınma ihtiyaçlı mı olduğu yoksa başka amaçlara hizmet ettiği, konuşmalarımızda bir hava atma aracı mı olduğu bilemez oldum.

insanlar gettolaştıkça parti şehitlerimiz kutsaldır diye sloganların yazıldığı, altında dhkpc gibi anlamını bir çok kişinin bilmediği semtlerin yanında büyük sermayedarların yapmış olduğu ve bir çok kişinin almakta zorlandığı evler, siteler, konutlar, esası gettolar inşa edilir hale geldi.

komşusunun almak için ne kadar didinse dahi alamayacağı bir komşu siteye sahip oluyor artık insanlar. o insanlar da bu evlere özlem duymaya başladılar, halbuki hiç bir zaman alamayacaklar o evlerden.

anlamadığım noktalardan bir tanesi ise bu varoş denilen yerlerin ortasına dikilen mabetler, gettolar, dışında şehrin kıyısında, ancak arabanız var ise şehrin merkezinde bulunan afilli işyerlerinize gidebileceğiniz bir araba ile gidilebilecek uzaklıkta ve şehrin stres ve sıkıntısından uzak orman içerisinde ya da imar izni ile sınırlandırılarak ormanın hemen dibinde yapılmış, ölseniz en yakın komşunuzun sizden haberdar olamayacağı bir düzende evler, gettolar var. buradaki evlerin fiyatları varoşlardaki gettolar içerisinde yer alan evlerin en az iki katı o da bir oda bir salon olan stüdyo daire fiyatları, stüdyo ne lan, film mi çekiyoruz demekten kendimi alamıyorum.

ha ne diyordum, paradoks.

şimdi bu evleri almak için bir ömür boyu çalışacaksın ve alamayacaksın. bunun yanında şu an çalıştığınız işten çıkıp köyünüze dönseniz, hani o orman içerisinde, içinden küçük derelerin aktığı, kışın tuvalete gitmek için kapısının önündeki karları kürümek zorunda kaldığınız köyünüze, oradaki evinize hiç bu zorluklarla karşılaşmayacaksınız.

misal, burada bu köy evlerinin içinin lüks maddeler ile donatılmış hali için otuz sene çalışıp alamazken köyünüze dönseniz orman içerisinde, içinden nehirler akan, çocuğunuzu sokağa, sokak ne?, saldığınızda, salmak ne?, araba çarpmayacağını bilerek ya da bu korkuyu duymadan yaşayabilirsiniz.

hani o köy kahvaltısı diye şehrin göbeğinde ya da branch adı verilip, bu arada bir diziye atıf yapıp, kızım biz fransız mıyız ne o mersi diyen sanatçımızı ya da oyuncumuzu anmadan geçemeyeceğim, iki kişi gittiğinizde asgari ücret denilen ücretin onda birini bir kahvaltıya vermek yerine her gün kendiniz krallara layık olmasa dahi siz ve eşinize ya da misafirleriniz ile birlikte keyifle kahvaltılar yapabileceğiniz bir eviniz, köyünüz, gerçek bir sığınma mekanınız olacaktır.

herkes beyaz yakalı değil, ulan yakalarda bile ayrımcılık yapıyorsunuz, gerçi beyaz yakalılar içinde de çalıştığı işinden memnun olmayan binlerce daha doğrusu milyonlarca, milyonda binlerden oluşmaz mı usta?, haklısın yeğenim, işçi çalışıyor. peki o zaman bu kavga ne diye usta? o kadar çalışıp arabanızı kimsenin çalmayacağını düşündüğünüz, yüksek gürültülü seslerden rahatsız olamayacağınız, kuş seslerini elektronik aletlerden değil bizzat kuşun kendi ağzından duyabileceğiniz, kahvaltılık ve öğün yemeklerinizde gdo’lu yiyecekler mi yiyiyoruz acaba diye endişelenmeyeceğiniz, şehrin stress ve sıkıntısından kilometrelerce uzakta ve gökyüzünde hala yıldızların bulunduğu bir evde, esasında bu tarz yaşama bir ev yaşamı denilemez, bu tür yaşamlarda yer alan yaşam sadece hayatın içinde yaşamdır, ev sadece içerisinde uyunulacak bir mekandır, ondan olsa gerek ki eski köy evleri sadece iki odalıdır, o ikinci odanın nedeni de şimdi aklıma geldi, çarpılmamak için yemek yenilen yerde yatmamak olabilir, büyük nedeni de bu olsa gerek, ya da yemek yenilen yerde yıkanılmamaktır, öyle olsa gerek diye düşünüyorum, ne diyorduk, ev yaşanılacak bir yer değil, yaşam içerisinde sığınılacak bir yer, sığınmak için artık bizler koskoca kaleler gibi gereksiz odalarla dolu kaleler, evler seçiyoruz, kimden korkuyorsun yiğidim?, her neyse işte diyorduk ki bu şekilde bir evde yaşamak için otuz yıl çalışsan alamayacağın bir ev var bir yanda da bu anlattıklarımızı sadece istanbul değil başka bir ilde hatta istanbul denilen koca şehire elli kilometre uzaklıkta, bu arada her şeyi ölçer olmuşuz, dahi yaşayabilme imkanımız varken şehre gömülmek neden ve şehir hayatında yırtınmak neden?

2 comments

  1. amarat diyor ki:

    buna bireyin kendisi bir çözüm bulması lazım, öncelikle kendisini tanıması lazım.

  2. e diyor ki:

    peki liberalizmin buna çözümü var mı?

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*