Ve hala açız

Eskiden, çikolatası olmayan, çikolata yiyen bir çocuğa heyecanla, büyük bir arzuyla bakan, bana da verir mi, benimle paylaşır mı acaba diye iç geçiren çocuklar gibi, bugünün sevgi açları bizler de aynı hislerle yaşar olduk. Sevgisini paylaşacak insanları bırakın, sevgiye sahip, içinde bir nebze olsun sevgi, merhamet olan insanların avına çıktık. Yıllardır avdayız, yollardayız, yolculuklardayız, arayışlardayız. Ve hala açız.

Sanırım hepimiz anımsayabiliriz bu hissi. Küçük bir çocuğun belki okula başladığı ilk yıllarında yahut çocukluk günlerinde ilk arkadaşlarıyla oyunlarını oynarken arkadaşlarından bir tanesi oyun arasında ya da okulda teneffüste küçüğün yemeyi çok sevdiği bir çikolata yemeye başlar. Çikolatası olmayan çocuğunsa onu tadabilme şansı yoktur o an, belki parası yoktur, belki o gün alamamıştır yahut annesi çantasına koymayı unutmuştur. Ya da belki de hayatında hiç tatmamıştır… Ancak istemiştir. Her ne sebeple olursa olsun o lezzetin içinde değildir küçük. O tadın, o mutluluğun içinde değildir ama yeryüzündeki hiçbir canlının isteyemeyeceği şekilde derin bir arzuyla ister, küçücük yüreğiyle en büyük arzudadır, en derin duadadır. Sadece onun tadına varmak ister, bir parça hissetmek ister. Çıkardan, fesattan, hileden, oyunbazlıktan, faydadan uzaktır fikri, tüm bu karanlıklardan münezzehtir hissi. Belki bir daha hayatı boyunca hiç yaşayamayacağı, âlemi dolduran bir saflıkla ister. İster sadece. Yoktur asla onda bir bulmaca, bir bilmece. İster yürekten sadece. Utanır, sıkılır, belki yüzü pembeleşir, ya arkadaşıyla göz göze gelmekten kaçar ya da gözlerinin içine bakar, anlatmak ister. Ben de istiyorum demek ister. Fakat bunlar hep o küçücük yüreğin içinde dolaşır. Minicik bedende kocaman hissi vardır. Büyük isteği, duası, vardır. Tarif edilemez bir heyecan kütlesi vardır içinde, hiç sönmeyen, bitmeyen, hiç azalmayan bir heyecan. Ve daima ister o heyecanla. Sadece paylaşmak… Küçük bunu ister, küçük paylaşmak ister… Küçüğün canı ister, içi yanar, kavrulur kendince kendi hissinde; keşke benim de olsa, biraz da bana verse, azcık beni anlasa diye… İşte böle ister sadece.
Peki bizler bu benzetmenin neresindeyiz? Biz bu örneğin tam da ortasındayız, tastamam merkezinde. Yine başkahraman insan ancak var bir iki büyük noksan. Ve bu noksanlıklar hayatlarımızın tüm alanlarına ilişecek kadar büyük ve tesirli. Arıyoruz, bulamıyoruz uzun zamandır, söyleniyoruz kendi kendimize ah sevgi kimde? Merhamet kimde? Anlayış, incelik kimde? Ama çoğu zaman tüm arayışlar nafile.

Çikolata yiyemeyen küçüğün acısıyla, sancısıyla bizler de sancılanıyoruz. Sancılanıyor muyuz hakikaten? Eğer bunu duyumsayabiliyorsak bir nebze, bu iyiye işarettir. Kötü bir fark var yalnız, elinde çikolatası olan da yok, temiz kalplilikle ona talip olmak isteyen de, sevgi de, karanlık barındırmayan pazarlıksız arzular da yok. Ve tüm bunlar hayatlarımızda, yaşamlarımızda, hislerimizde, algılarımızda, düşünüşlerimizde velhasıl içinde bulunduğumuz zaman, mekân ve olgularda ve elbet insanda ciddi, derinlikli hasarlara, kanayan yaralara sebep veriyor. Maalesef. Ve bir tane insanla beraber de tüm topluma ve dünyaya. Nihayetinde insanı toplumdan, toplumu dünyadan ayırmak pek mümkün değildir. Hiç değildir hatta. Ve dolayısıyla bir insanla, bir insanın içindeki sevginin, merhametin noksanlığıyla herkesin gözü önünde, dünyanın geldiği son nokta. Toplumların, ülkelerin, insan gruplarının geldiği son nokta.

Çözüm “insan” mı? Evet, insan, insan düzelmeden, insan doldurmadan kendini düzelmez, iyileşmez dünyanın bu düzensizliği. Küçük bir hikâyecik vardır. Birçoğumuz duymuş da olabiliriz. Çocuk babasından kendisini parka götürmesini ister, günlük hayatın tantanasından yahut yoğun iş hayatından olsa gerek! Baba pek yanaşmaz bu talebe, bu minik ama aslında hayati arzuya. Gazetede gördüğü dünya haritasını elleriyle küçük parçalara ayırıp, bunu düzgün bir şekilde bir araya getirince çocuğu parka götüreceğini söyler. Sadece birkaç dakika sonra çocuk haritayı doğru olarak toparlar, bir araya getirir. Şaşıran baba, bunu nasıl da böyle kısa bir sürede yaptığını sorunca çocuk “haritanın arkasında insan fotoğrafı varmış, ben de onu düzelttim. İnsanı düzeltince dünya da böyle düzgün oldu böyle düzeldi işte” der. Sanırım bu hoş bir cevap olabilir bu hususta.

Bugün ülkemizde birçok sıkıntının, birçok toplumsal sorunun tam da bu sebepten kaynaklandığını söyleyebiliriz. Merhamet, sevgi, anlayış, saygı noksanlıklarımız. Ve bugün ülkemizde “Güneydoğu Meselesi” diye bir kavram var ise yine bunlardan, başka bir şeyden değil. Yahut bir kişinin başka bir kişiyi kendi ötesinde, uzağında, çok dışında hissetmesi, kişiyi bu şekilde yorumlaması; belki “ötekileştirmesi” de yine aynı neden iledir. İnsanın kendi içine küsmesi, ona sırtını dönmesi gibi bir şey. Hâlbuki az biraz hoşgörümüz olabilse, biraz da sevgimiz, anlayışımız olsa, “ insan” olarak değerlendirsek, anlamlandırsak insanları sorunlar kalkacak ortadan. Biz olduğumuzun farkına varılacak. Hoşgörüsüz olmuyor, olamıyor. Ülkemizde, başka bir ülkede, daha başka bir ülkede yahut dünyanın herhangi bir köşesinde fark etmiyor, merhametsiz olmuyor, sevgisiz olmuyor.

Aile içinde, arkadaş gruplarında, çevremizde ve hatta kendi içimizdeki çatışmaların, savaşların, bitmek bilmeyen kavgaların sebebi de budur. Sevgi, merhamet eksikliği. Çikolataya hasret çocuk gibi hasretiz bizler de şimdi. Uçsuz arayışlarda, tükenmez hasrette, derin sevdalardayız. Bizler hala açız.

2 comments

  1. Kadir diyor ki:

    Gerçekten çok güzel yazılmış. Ellerinize sağlık.

  2. nur diyor ki:

    çok güzelll olmuşş devamınıda bekleriiizzzzzz

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*