Yolcuydum Yolculuğumda, Yol Bilmeden İlerleyen İdim

Bir gecenin ortasıydı, karanlığın tam da alnında, karamsarlığın göbeğinde idim günışığında. İlk değildi bu hayatımda, defalarca, onlarca kez kaybolmuştum kendi hiçliğimde ve duasız geçen manasız vakitlerde. Onca ışığın içinde, güneşin tüm evreni aydınlatan aydınlığında, boğuluyordum zifiri karanlıkta. Aradığım eller vardı hep, ama hiç yoktular, hiç bulmadılar ellerimi.  Evet ilk değildi, bir ilkle başladı ve geldi ardı sıra birbirini kovalayarak anlamsız adımlar, manasız anlar, sözler ve daha neler neler. Yolcuydum yolculuğumda, yol bilmeden ilerleyen idim. İz, işaret bilmeden ilerleyen. Nereye gideceğimi, nasıl gideceğimi hiçte bilmeden koşuyordum günlerce ve belki yıllarca. İleri atıldığımı sandığım her adımda, aslında daha da batıyordum onulmaz girdaba.

Ne idim ben? Tabiatta ne idim, evrende ne idim, hayatımda, bedenimde, düşüncemde ne idim? Dokunduklarım vardı sadece ellerimle. Ve gördüklerim, işittiklerim, kokusunu aldıklarım vardı ve tattıklarım. İşte bunların her biri içinde koşuyordum, birinden ötekine idi hareketim. Ve bundan ibaret idi fiilim. Olması gerek olan bu mu yoksa sadece dokunduğum muydu gerçeklik? Neydi?  Niye idim ben? Maksat neydi bu gelişten ve bunca gidişlerden. Yoktu ki hiç imkânım sorayım bir gidene. Var isem eğer sebep neydi? Sonuç neydi, şuan neydi? Yarın ne idi? Zaman adım attıkça anlattı bana, yediğimden başka şeylerin varlığını, evrenin dokunup hissettiklerimden başka “şey”ler de barındırdığını, barındırıldığını. Bir türlü yakalayamadığım, ellerimle tutamadığım an, zaman öğretti bana kalıpları yıkıp beş duyunun dışına uzanabilmeyi. Gecenin ortasında gözlediğim karanlıktan, bulunmayan ellerin hiçliğinden başka şeyler de vardı. Somutluğundan emin olduklarımdan başkaları vardı. Olmalıydı da. Çünkü artık yetmiyor, yetmiyor, yetmiyordu. Ve bunca somutluğun, eşyanın yetmezliğinin ardından gelen derin buhranlar. Uzun çıldırışlar, ardı kesilmeyen gözyaşları, nefes kesen hıçkırıklar. Kurtulmak bütün bunlardan. İşte tam da o anda bu gerekti. Bir akıl vardı düşünen, bir de hisseden başka bir şey. Müziği dinliyordum kulağımla, elmanın tadına varıyordum ağzımla, kokusunu alıyordum taze bahar çiçeklerinin, dokunuyordum saçlarıma düşünürken uzun uzun ve görüyordum kendimi aynada bütün çaresizliğimle, gözlerimde derin ümitsizliğimle. Düşünüyordum evet boğulmak üzere olduğum karanlıkta düşünüyordum. Çok defalar kapıya, çıkışa tam da yaklaşmışken tutamadım fikrimi sıkı sıkı, tutunamadım zikrime. Sarılamadım onca arzuladığım, bilgisinin uzağında olduğum, arayışında bulunduğum o “şey”e. Nerdesin? Neredesin? Seni bulmak nerede? Ve seni nerede bulmak? Seni bilebilmek var mı? Ve bir sen var mı?

Boğuldum gecelerce sonu gelmeyen sorularda. Ama yorulmadım, sıkılmadım anlardır içine hapsolunduğum, nefesimle, suallerimle, seni arayışla doldurduğum bu odada. Aslında ben bilmiyordum bile ne aradığımı. Ve bu sebeple korkuyordum ben aslında. Ne ile karşılaşacağımın bilgisizliğinden, belki kendimden. Varlığının sebebine varamadığım benliğimden. Varsa eğer bir benlik. Bir yerlerde vardı bir sır. Demlerdir çözemediğim, zamanlardır cevaplayamadığım bir sır. Her soru bir sırdı, hâlbuki insanın cevaplayabilirim dediği aklımda, düşüncemde. Ah insan! Sanki zormuş olabilmek insan. Ve sanki her soruda biraz isyan. Nereye bunun sonu?  Arıyordum hala, varlığından pek emin olamadığım aşkla, iştiyakla. Yaşamamışım ki, var mı aşk? Duymuşum ta eskilerden. O kadar sadece. Peki duymak şimdi. Ben hala arıyordum seni.

Etrafımda aradım, sağımda solumda, her bir yanda aradım. Hissimden emindim, emin edildim. Nefes gibi sıcaklığını hissettim, hissettirildim belki. Dehşete kapılmanın verdiği heyecanla aradım seni. Elimle yerinden çıkacak gibi attığını hissettiğim kalbim almadığı bir halle şekillendi yeniden. İçi ilk defa doldu sanki. İlk defa anlam kazandı nefesim, sesim, kelimelerim. Ve ilk defa Gerçeği hissetmenin, Bilgiyi hissetmenin hazzına ulaştı yahut ulaştırıldı. Bu bir tek Sen’din ve Sen’sin ve Sen olacaksın. Evrende olduğum yerin farkına vardım. Bildirildim ve bilindim.

Ve işte şuan, varlığımın ve yokluğumun farkındayım, aczimin de, fakirliğimin de, zenginliğimin de. Bazen hiçbir şeyim, bazense pek çok şey. İçimde bir âlemken bazen, bazense yalnız bir zerreyim. Ve öğretildim, Hazineyi bildim. ” Gizli bir Hazine idim, bilinmeyi istedim”i öğrendim. Gerçek savaşta, Gerçeğin Bilgisine eriştirildim. Öğretildim.

1 comment

  1. Muhsin Hazar diyor ki:

    Insani kendi bilincinin derinliklerine göturen,sorgulayn,uyandiran guzel bir calisma.Okurken fazlasiyle kendime yöneldim ve yazinin tekniinden muthis zevk aldim…Beynine saglik.

E-posta adresiniz gösterilmeyecek. Gerekli alanlar * ile işaretlidir.

*